“Ben herşeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. Türk
Birliği’nin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben
görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde
kapayacağım. Türk Birliğine inanıyorum, onu görüyorum.
Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk Birliğiyle açacaktır.
Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk’ün
varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek,
ufuk ne demek, o zaman görülecek.” (Atatürk’ün Sofrası,
İsmet Bozdağ, Kervan Yayınları, 1975, s. 138-143)
Bize
ilkokuldan beri öğretilen Atatürk portresini biraz yıkma zamanı
geldi diye düşünüyorum.Resmi tarih her zaman kendi işine
gelenleri anlatır; fakat gerçekler bunlardan mı ibarettir?
Atatürkçülük yıllarca sol fikirlerinin etkisinde siyasi
çıkarlar için feda edilmiştir. Sol fikirlerin en önemli temeli
olan insansevicilik(?) ve sürekli bir barış yanlılığının
temsilcisi olarak gösterilmiş ve sadece Başbuğ'uluyla değil Türk
milletinin en büyük düşünürlerinden olarak bu milletin fikir
hayatına büyük katkı veren bir insanı doğru anlamamızı
engellemişlerdir. Atatürk'ün Türklüğe verdiği önemi bir
kenara atıp sürekli laiklik-yobazlık temelindeki kısır
tartışmalarla bu milleti asıl yükseltecek olan Türkçülüğün
adını ''Atatürk milliyetçiliği'' gibi şahsa indirerek bunların
içini de gerçek olmayan kavramlarla donatarak önümüze
sunmuşlardır.
Düne kadar Türküm demenin suç olduğu
fakat başka ırkların adını saymanın barışçılık olduğu
zamanlarda Atatürk'ün gerçek fikirlerine daha çok ihtiyacımız
var.
"Etimin
ve kemiğimin babası Ali Rıza Efendi ise, fikrimin babası Ziya
Gökalp'tir."
Ziya Gökalp’in ölümü üzerine, eşine Atatürk’ün
gönderdiği telgraf:
”Saygıdeğer eşiniz Ziya Gökalp Bey’in bütün Türk âlemi
için pek acı bir kayıp oluşturan ebediyen kayboluşu nedeniyle
başsağlığı dileyen duygularımı ve Türk milletinin içten
kalbî üzüntülerini temiz kişiliğinize sunar, Türk milleti ve
hükümetinin büyük düşünürün ailesi hakkındaki sevgi ve ilgi
dolu duygularını sunarım efendim.” 1924 (Ali Nüzhet Göksel,
Ziya Gökalp’in Hayatı ve Malta Mektupları, 1931, s. 185)
Ziya
Gökalp Osmanlı'nın sona yaklaştığı imparatorluğun
kurtuluşunun asli unsur olan Türkler sayesinde olacağını
düşünerek Bilge Kağan'ın ''Türk budun'' diye haykırdığı
tarihten günümüze gelen Türkçülüğü sistematik bir fikir
etrafında toplayarak bunu Atatürk'ün de dediği gibi Türk
hükümetinin büyük düşünürü olmuştur.
Atatürk batılı
tarih tezlerinin doğru kabul edilip okullarda okutulması yerine
milli bir tarih yazılması gerektiğine inanıyordu. On
beşinci yüzyıldan beri, Batı'lı tarih yazarları medeniyetin
başlangıcı yeri olarak Yunan Medeniyetini vermekteydi. Bu tarih
görüşünde Türkler, Orta Asya'daki göçebe aşiretler olarak
anlatılıyordu. Özellikle on dokuzuncu yüzyıldan itibaren bu tez
ırkçı antropolojik yaklaşımlarla bir ırk aidiyetine oturtulmaya
çalışılmıştı. Bir Fransız okulunda öğrenci olan Afet İnan,
Fransızca tarih kitaplarında Türklerin uygarlık yapıtlarına yer
vermediğini ve Türklerden "ikinci dereceden sarı ırktan,
istilacı barbar kavim" olarak sözedildiğini Atatürk'e
anlatır. Bunun üzerine Atatürk Antropoloji(İnsanbilim)
çalışmalarını başlattı.
Türkiye'de
ilk olarak 1924 yılında başlayan antropolojik çalışmaların
mimarı olan Başbuğ Atatürk, "Türkiye Antropoloji Tetkikat
Merkezi"ni kurdurmuştur. Türk Irkı'nın fiziksel özellikleri,
ilk kez bu şekilde incelenmeye başlanmıştır. 1937 yılına
gelindiğinde ise, Atatürk'ün isteği üzerine yurt genelinde Türk
Irkı'nı karakterize eden tüm fiziksel özellikleri incelenirken,
kafatası ölçümleri de yapılmıştır.
Atatürk’ün manevi kızı
ve Türk Tarih Kurumu’nun kurucusu Afet İnan tarafından,
Türkiye’nin on bölgeye ayrılarak on ekip tarafından kafatası
ölçümü yapıldığı daha sonra Afet İnan tarafından 1947
yılında “Türkiye Halkının Antropolojik Karakterleri ve Türkiye
Tarihi” ismiyle kitaplaştırıldı. Kitapta “1936’da bütün
memlekette büyük ölçüde antropometrik bir anket yaptırma
arzumu, Atatürk’e anlattım. Uygun gördüler ve beni teşvik
ettiler. Bunu hükümetten rica etmemi emir buyurdular. O zamanki
Başbakan İsmet İnönü’den rica ettim. Bu iş için; Savunma,
Milli Eğitim ve Sağlık Bakanları’na meşgul olmalarını
emretti.” anısını da aktararak Atatürk'ün bu işin üstünde
ne kadar durduğunu göstermektedir.
Afet İnan hatıratında,
kitaptaki araştırmalarına dair bilgilere yer verir ve sonuçlar
şöyledir:''Kafatası, boy ve kilo gibi 23 ölçüm için
Türkiye’nin 10 bölgeye ayrıldığını ve on ekip
oluşturulduğunu, hatta 2 bin kadar mezarın bile açıldığını,
bunlar arasında Mimar Sinan’ın dahi bulunduğunu belirterek, “On
ekip için İsviçre’den on takım ölçü aleti getirildi.
Ekiplere askerlerin yanı sıra, bir doktor ve bir sağlık memuru
eşlik etti. Ekipler, Prof. Aziz Kansu’dan ölçüm için kurs
alarak yola koyuldu. Araştırma için hazineden ‘mühim bir
miktar’ da para ayrıldı. 10 ay süren çalışma ile Anadolu ve
Rumeli’nin dört bir tarafından tam 64 bin kişinin kafatası
ölçüldü. 20 bin kadın ve 40 bin erkek üzerinde ölçüm
yapılırken bazı mezarlar da açılarak 2 bin kafatası çıkartıldı.
Mimar Sinan’ın kafatası da çıkarılanlar arasındaydı. Ancak
daha sonra kafatası bulunamadı” deniliyor.
Kitaptaki araştırma sonuçlarına göre Laz, Kürt, Çerkez fark
etmeksizin Türkiye’de bir ‘ırk birliği’nin bulunduğu ve
Türk halkının kafa yapısının ‘Brakisefal’ olduğu, kafa
karinesi 80’in altında olanların Türk olamayacağı kanaatine
varıldığı belirtiliyor. İşte araştırma sonuçlarına göre
Türkler: “Türkiye’de yaşayan halkın çoğunluğu orta boylu,
kafa karinesi bakımından yuvarlak (brakhi) kafalıdır. Gözler
muntazamdır. Mongoloit tesir pek azdır. Burunlar düzdür. Cilt
nadiren çok esmerdir. Gözler açık, hatta ekseriyetle çok
açıktır. Saçların çoğunluğu orta yani kestane rengindedir. Şu
halde Türkiye halkı umumiyetle ‘Homo Alpinus’ denilen
Avrupa’nın büyük beyaz ırkına mensuptur.”
Kemal Atatürk’ün Pittard’ın “Irklar
ve Tarih” adlı kitabı üzerinde yaptığı çalışma
Ölçümler
yapılırken
Atatürk'ün Türklüğün simgesi olan
Bozkurt'a verdiği önem de göz ardı edilemez bir gerçektir.
Adliye vekilli yaptığı dönem Türk Medeni Kanunu , Türk Ceza
Kanunu, Türk Borçlar Kanunu ve Kabotaj Kanunu gibi Türk hukuk
sisteminin temel yasaları yürürlüğe giren Mahmut Esat'a
''Bozkurt'' soyadını vermiştir.Aynı dönemde Bozkurt-Lotus davası
olarak bilinen davada Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni Lahey
Uluslararası Adalet Divanı'nda temsil eden Mahmut Esat Bozkurt. Bu davayla, tarihçiler
tarafından Türk hukukunun ve adalet örgütünün kapitülasyonlar
dönemini geride bırakarak insan ve egemenlik haklarına dayalı
çağdaş hukuk düzeyine yükseldiğinin bir simgesi olarak
değerlendirilmektedir
1930 yılında Ağrı'daki Kürt
ayaklanmasının ardından Mahmut Esat Bozkurt şu sözleri söyler: ''Dost, düşman,
hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler; bu memleketin efendisi
Türklerdir. Saf Türk ırkından olmayanların Türk vatanında tek
bir hakları vardır: Türklere hizmetçi olma, köle olma
hakkı''
TBMM, daha Cumhuriyet ilân edilmeden,
1922’de Bozkurt’lu pul çıkarmış takip eden yıllarda da
bozkurtlu pullar piyasaya çıkmıştı.
Cumhuriyetten sonrada bu pulların
basımı devam etmiştir
Maarif Vekâleti (Milli Eğitim
Bakanlığı), Atatürk’ün direktifiyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin
devlet armasını seçmek için 1925’te bir yarışma açmış,
yarışmayı Namık İsmail’in “Bozkurt” figürlü eseri
kazanmıştı. Ancak eser Bozkurt’un görkemini gerektiği gibi
yansıtmadığı gerekçesiyle kullanılmamıştır.
Türk dili, tarihi, edebiyatı,
folkloru vb. alanlarda araştırmalar yapmak üzere İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne bağlı olarak kurulan
Türkiyat Enstitüsü (daha sonra Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü)’nün amblemi, Atatürk’ün arzusuyla meşale tutan
bir Bozkurt’tu.
Kahramanmaraş’ta, 1936
yılında, Atatürk’ün emriyle “Bayrak Tutan Bozkurt” Anıtı
yapılmıştı. Anıtta direğe bayrak çeken bir kurt heykeli vardı.
Anıtın kaidesinde: “28 İkinci Teşrin 1919’da Türk Maraş,
silâh gücü ile inen bayrağını iman gücü ile yeniden
dalgalandırdı. 1936” yazıyordu.
Fakat ne hikmetse Atatürk'ten sonra bu
heykelden Bozkurt kaldırılmıştır
Atatürk’ün isteğiyle
paraların üzerinde Bozkurt figürüne yer veriliyordu.
Ne kadar sigara karşıtı biri olsamda
sigaranın yakıştığı insanlardan olduğunu düşündüğüm
Atatürk kendi gibi sıfatına layık bir sigara olan Bozkurt'u
ürettirmiştir.:)
Atatürk çalışma masasında,
çağırma zili olarak bozkurt motifi kullanıyordu.
Atatürk, ressam İbrahim
Çallı’ya, Türkler’in Ergenekon’dan çıkışını temsil
eden bir yağlıboya tablo yaptırmış ve Maarif Vekaletinin
girişine astırılmıştır.Atatürk'ün ölümünden sonra İnönü
döneminde kaldırılmıştır.
Armstrong'un 1932'de yazdığı
''Bozkurt'' Atatürk hayattayken yayımlanan ilk biyografisi
özelliğini taşıyan kitap hem adıyla hem kapağıyla Ulu Önder'i
anlatmaktadır.
Bozkurt figürüne bu kadar
önem veren Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti bayrağında Bozkurt
figürün olmasını düşünmüştür.Bunu şu an birçok insan
garip karşılıyor olabilir fakat bu yeni devletlerin kurulma
sürecinde çok normal bir şeydir.Her tarihi olay kendi dönem
şartlarına göre değerlendirilmelidir.Avrupa'da imparatorluktan
ulus devlete geçen devletler imparatorluk bayrakları yerine yeni
bayraklar kabul ederler.
Alman
İmparatorluğu Bayrağı
Fransa Bayrağı( Ortaçağ)
Almanya Bayrağı
Fransa Bayrağı
Enver Behnan Şapolyo, şunları yazmaktadır:
“…Bir
gün (Atatürk’ün Yaveri) Muzaffer Kılıç’a Büyük Mîllet
Meclisinin damı üzerinde dalgalanan hür bayrağımızın bana
verdiği heyecanı anlatmıştım. Sonra ona dedim ki:
– Atatürk bayrağımızı
değiştirmeyi düşünüyor mu? Sen bir şey duydun mu?
Muzaffer gülümseyerek:
– Gök Bayrağı
kabul etmeyi düşünüyor!
– Gök Bayrak mı?
– Evet! Atalarımızın kullandığı
gök renkli bayrağı yeni devletin bayrağı olmasını düşünüyor,
fakat daha bir şey yok! dedi.
Gök Bayrak, Orta Asya da altıncı
yüz yılda devlet kurmuş olan “Gök Türk” devletinin bayrağı
idi. Bugünkü Kırmızı içinde Ay ve Yıldızı olan Türk
bayrağını önce III. Selim, sonra bugünkü şeklini resmî bayrak
olarak Sultan II. Mahmut kabul etmişti. Atatürk yeni kuracağı
devlete yeni bir bayrak kabul etmeği düşünmüş olacaktır.
…Atatürk’ün Türk Bayrağı
olarak, Gök Bayrağı kabul edeceğini, üçüncü Cumhurbaşkanı
Celâl Bayar’a sormuştum. Dedi ki:
– Atatürk, Cumhuriyetin resmî
bayrağını Gök Bayrak olarak kabul etmeği düşünmüştü, fakat
bu hususta biç bir neşriyat yapılmadığından, bu bayrağı kabul
etmediler.
Atatürk mavi rengi, yani Turkuvaz
rengini severdi. Çünkü bu renk eski Türk bayrağının rengi idi.
… Atatürk harsta milliyetçi,
medeniyette batılı idi. Demek oluyor ki, gök bayrak onun
mefkuresinde yaşıyordu. Gök renkli bayrağı kabul etmeyi düşündü,
fakat çok güzel olan Albayrağımızdan da vazgeçemedi.”
Türkiye'de
kurucu parti olmakla övünen fakat kurucu değerlerin arasında
karpuz seçme usuluyle karşıtlık tezine dayanarak hangisi ağır
siyasi çıkar sağlıyorsa ona göre ele alan CHP şu anki gençlik
kollarında bolca Kürtçülerin bulunması ve Kürtçü vekilleriyle
artık Atatürk'ün partisi olma sözünü bir kenara bırakmalıdır
artık
Atatürk
dönemi çıkarılan '' Halk Dostu '' gazetesinin Kubilay olayından
sonraki ilk sayfası
Spora
büyük önem veren Atatürk'ün fedarasyonlar için seçtiği
amblemler
Bozkurt
faslını kapattıktan sonra Atatürk'ün Medeni Bilgiler kitabında
yer alan kendi eliyle yazdığı notlara bakalım.
1-
Türk Milleti; Halk idaresi olan Cumhuriyetle idare olunur bir
devlettir.
2- Türk Devleti laiktir, her reşit dinini intihapta
(seçmekte) serbesttir.
3- Türk Milletinin dili Türkçedir. Türk
dili, dünyada en güzel en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir.
Onun için her Türk dilini çok sever ve onu yükseltmek için
çalışır. Sizde mukaddes Türk Dli, Türk Milleti için bir hazine
olun. Çünkü Türk Milleti, geçirdiği nihayetsiz hadiseler
içinde, ahlakının ananelerinin hatıralarının, menfaatlerinin,
elhasil bugün, kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde
muhafara olunduğunu görüyor. Çünkü dili Türk Milletinin
kalbidir, zihnidir.
Bütün
bu söylediklerimizi kısa bir çerçeve içine sokmak istersek şöyle
diyebiliriz.
Türk Milleti’nin teessüsünde müessir olduğu
görülen tabiri ve tarihi vakıalar şunlardır.
A- Siyasi
varlıkta birlik
B- Dil birliği
C- Yurt Birliği
D- Irk ve
menşe birliği
E- Tarihi karabet
F- Ahlaki karabet
Türk
Milletinin teşekkülünde mevcut olan bu şartlar diğer milletlerde
kamilen yok gibidir. Daha umumi bir tarif yapabilmek için, diyelim
ki bir cemiyete ''
Türkiye
Cumhuriyetinin iki mareşalinden biri olan Fevzi Çakmak'ın
Genelkurmay Başkanlığı döneminde askeri okullara alınan
öğrencilerin Türk ırkından olması, nizamnamelerle şart
koşulmuştur. Ders yıllarının başında, askeri okulların
öğrenci almak için gazetelere verdiği ilânlarda bu ırk şartı
herkes tarafından okunurdu. Irka o kadar ehemmiyet verilirdi ki
Türkiye’nin bazı bölgeleri halkından olan çocuklar askerî
okula alınmazdı.
Balkan, Birinci Cihan, ve İstiklâl
savaşlarının verdiği acı dersleri unutamayan Mareşal Fevzi
Çakmak bu sert, kararı ile vatanın emniyetini saklamak, güç
durumlarda başımıza gelmiş olan ihanetlerin de tekrarlanmasını
önlemek istiyordu. Onun bu kararı askerî okullar dışında
da yavaş yavaş tatbik olunmağa başlamıştı. Zonguldak’taki
orta dereceli Maden Mektebi ile Hemşire Okulu da Türk ırkından
öğrenci seçmeğe başlamışlardı.
Mareşal Fevzi Çakmak
paşamızın ortaya koyduğu şartlar:
Hava Gedikli Erbaş
Okulu: Okula kabul şartlarının birincisi: "Anası ve babası
Türk soyundan olmak"
Deniz Gedikli Erbaş Okulu: Okula
kabul şartlarının birincisi: "Aslen ve neslen Türk olmak"
Askeri Orta Okul: Okula kabul şartlarının birincisi: "Anası
babası Türk soyundan olmak"
Askeri Liseler: Okula kabul
şartlarının birincisi: Türk soyundan gelmek"
Harp
Okulları: Okula kabul şartlarının birincisi: "Türk ırkından
olmak"
Ve
dıştan bir görünüş olarak dönemin Türkçü fikir
önderlerinden Nihal Atsız'ın ne dediğine bakalım.Çünkü
Atatürk'ün önderlik ettiği Türk Tarih Tezine en büyük
eleştiriler Turancılardan gelmiştir.Bu dönemdeki Turancı
fikirlere sahip kişiler Türk tarih tezini eleştirmiştir.
Turancılara göre Türk
Tarih Tezi
gerçeklerden uzak ve gayri ilmidir. Çünkü Turancı görüşe göre
Orta Asya, Türklerin Anayurduydu. Orda yaşayan Türk halklarını
esir ırkdaşları olarak kabul ettiler. Rıza Nur Türk
Tarihi
isimli eserinde Orta Asya'daki tutsak
Türkleri
kurtarma davasını anlatır. Rıza Nur'a göre Çin, İran ve
Rusya'daki tutsak Türklerin kurtarılması gerekmekteydi. Turancılar
o dönemde Türk ırkı
kavramını benimsemişlerdi. Türklük kavramını savaş, savaşçı,
alp kavramları üzerinde geliştirdiler. Türk tarih tezinde Turancı
görüşün savunduğu değerlere itibar edilmez. Eski Anadolu
medeniyetlerinin Türkler ile bağlarını araştırmaya çalışan
romantik
bir coşkunluk
taşıyan Türk tarih savı, Turancılık fikrinin ileri
gelenlerinden Nihal Atsız tarafından, ilmi gerçeklerden uzak
olmakla eleştirilmiştir. Türk tarih savında Hititlerin
Sümerlerin, hatta Yunan Medeniyetinin, Orta Asya'dan dünyaya
yayılmış bir medeniyetin devamı olduğu izah edilmeye
çalışılmıştı. Bu durumda doğal olarak dilleri de Türklerin
eski dilleri ile ortak olmalıydı. Nihal Atsız, Türk tarih savını,
gayri ilmi olması ve gerçeklerden uzak olması nedeniyle tenkit
edilmiştir, ona göre ve Türkler Orta Asyalı bir ırktır ve
Anadolu medeniyetlerini Türkler ile bağdaştırma gayretleri
yanlıştır diyerek eleştiren Atsız Atatürk dönemiyle ilgili
makalesinde şunu söylemektedir:
''Atatürk
çağında böyle bir şey akla gelemezdi de. Atatürk ortalığa bir
“Türklük Dehşeti” saçmıştı. Bu sayededir ki kürt olan Ali
Saip, İstiklal Mahkemelerinde birçok asi kürdün idamında büyük
rol oynamıştı.''
Bu
bilgilerin ışığında Atatürk ne bir tarafın dediği gibi
dinsizlikle suçlamaya ne de yenileşme fikirleriyle milleti yok
sayacak fikirlere sahip olduğu doğru değildir.Katıksız bir Türk
milliyetçisi olan Atatürk Türk Tarihindeki Başbuğlar arasına
adını yazdırmıştır.Gönül ister ki onu her yönüyle tanıyıp
partiler ve düşünceler üstü bir yerde tutalım fakat Türkiye'nin
bu düzeye gelmesi için daha uzun bir süre var bu sürede bilgi
sahibi olanların halkı bilinçlendirerek hedefe doğru bir adım
daha atmasından daha önemli bir şey olmayacaktır.
K.K